Kitaplar


 

 


(Ortak kitap)
 



    https://www.facebook.com/ozmenu  https://twitter.com/unalozmen

 

Ünal Özmen

 
Müslümanlar bölüşmeyi bilmiyorlar mı?

Dünyada, insanların başkalarının yardımına gereksinim duyduğu felaketler sadece İslam coğrafyasında olmuyor. 11 Mart 2011 tarihinde Japonya’nın başına gelen ve yüzyılın en büyük felaketi olarak tarihe geçen deprem de Japonları diğer ülkelerin yardımına muhtaç etmiş ve Japonlar, dışarıdan gelen maddi ve manevi yardımların mağdurlara ulaştırılmasında örnek bir davranış sergilemişlerdi. Japonların, yardıma ulaşmak için birbirini itip kalkmadan sabırla görevlilerin talimatına uyması en az depremin yarattığı görüntü kadar hafızalarımızda yer etti. Onların bu davranışına hayran kaldık ve darısı başımıza dedik.

Doğu Afrika ülkelerini etkileyen kuraklık, sonuçları bakımından Japonya depremini aratmıyor. Somali’yi açlıkla karşı karşıya bırakan felaket, insan olanın tüylerini ürpertecek görüntülerle bize kadar ulaşıyor. Fakat yoksul, özellikle de Müslüman ülkelerde yardımların muhtaçlara ulaştırılmasında Japonya’da gördüğümüz sahnelere rastlamıyoruz; yardım malzemeleri, yardıma muhtaç insanlara ulaşmadan talan ediliyor. Ulaşan da işe yarar olmaktan çıkıyor. Bu Haiti’de, Filistin’de, Afganistan’da, Pakistan’da da böyleydi. Oysa fitre ve zekât gibi dini denetime tabi bölüşme kültürü olan Müslümanlardan daha adil olmaları beklenir.

“Aç”a yardımı ibadet fırsatı sayanlar

Somalili yöneticiler İslam ülkelerinden gelen yardımları tatmin edici bulsalar da dünya kamuoyu Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Umman, Birleşik Arap Emirliklerinin katkılarının onların zenginlikleriyle doğru orantılı olduğunu düşünmüyor. Bu ülkeler “aç”a yardımı ibadet fırsatı olarak değerlendirdikleri için ölümler başlamadan açlığın çığlığını duymazlıktan geliyorlar. Ramazan Ayı’ndan artan duyarlılık bayrama kadar devam edecek; UNİCEF yetkilileri, devamını garantiye almak için haklı olarak sürekli yardım çağırısında bulunuyorlar.

Sorun, sadece yardımın miktarı değil tabi, önemli olan yardımların ulaşım ve dağıtımını zamanında doğru adrese teslim etmek. Yardımların, toplumun ortak arzusunu yansıtmayan  “sivil toplum” örgütleri eliyle yürütülmesi, adil olmanın önündeki en büyük engel olarak duruyor. Bunda, liberalizmin “devleti” küçültme adına “sivil” yardım kuruluşlarını teşvik ederek, yükümlülüğü vicdana havale edip devlet eliyle sosyal dayanışmayı tahrip etmesinin payı büyük. Sivil sandığımız yardım kuruluşları da reklam etkisinden yararlanmak için yaptıkları “yardım”ların Tanrı yerine insanlar tarafından görünmesi çabasındalar. Doğal olarak yardımlar, gereksinim duyulan yerde tek elde toplanıp dağıtılma yerine, görünür yerlerde yoğunlaşıyor. (Erdoğan’ın Somali’ye yapacağı ziyaret de bir devletin başı olarak insani yardım götürmeden çok, Müslüman bir liderin fitre ve zekâtını vermeye gitmesi olarak algılanmalı).

Vatandaşlardan toplanan 41 milyon Euro nakit paranın önemli bir kısmı yöneticilerinin kişisel ikbali için kullanılan Deniz Feneri e.V. derneğinden geriye doğru gittiğimizde, yardımların amaç dışı kullanılması konusunda Türkiye İslamcılarının da sicilinin oldukça kirli olduğunu görüyoruz. “Mercümek Skandalı” olark hafızamızda yer eden,  Bosna’ya gönderilmek üzere toplanan 36 milyon (trilyon) liranın Refah Partisine aktarılması olayında bugünün popüler İslami dayanışma derneği İHH vardı. Unutulmamalı ki ülkenin Cumhur Bakanı Abdullah Gül bile henüz “Kayıp Trilyon Davası”ndan aklanmamıştır. İslami dayanışma adı altında ticari girişimcilerden toplanan milyarlar da KOMBASSAN, YİMPAŞ, JETPA yöneticileri tarafından iç edilmişti.

Bütün bu deneyimlerin ardından, İslamcıların elinde toplanan yardımların başına bir iş gelmeden Somali’ye ulaşacağını düşünmek zorlaşıyor. Bu bakımdan yardım edecek kişi ve kuruluşların Türk Kızılayı Genel Başkanı Tekin Küçükali’nin çağırısına uyup Türk Kızılayını tercih etmesinde yarar var.

Dijital yöntemle beden kullanma becerisi

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in AKŞAM gazetesine verdiği özel röportaj (11 Ağustos)  “16 MİLYON öğrenciye ücretsiz tablet, 500 bin dersliğe akıllı tahta geliyor” başlığı ile manşete taşınmıştı. Başbakanın seçim kozu olarak gündeme getirdiği tablet kitaplarla ilgili görüşümüzü o günlerde açıkladığımız için konunun eğitimsel boyutuna girmeyeceğim. Fakat Bakanın 16 milyon öğrenciye tablet bilgisayar, 500 dersliğe LCD ekran açıklamasında ciddi bir hesap hatası var.

MEB istatistikleri 2011 yılı itibariyle Türkiye’de toplam 466 bin 741 derslik ve 15 milyon 164 bin 318 öğrenci olduğunu söylüyor. Bu sayılara zihinsel, görme, işitme ve ortopedik engellilerle otistik çocukların devam ettiği okullar dahil. 15 milyon 164 bin 318 öğrencinin 1 milyon 15 bin 391’i okulöncesi, 4 milyonu ise ilköğretimin ilk üç sınıfına devam ediyor.  Yani bakanın dağıtacağı tablet bilgisayar 10 milyona, LCD ekran dağıtacağı sınıf sayısı ise 300 bine düşüyor.

Tabi benim hesabım, okulöncesine devam eden çocuklarla, ilköğretimin 1, 2 ve 3. sınıfına devam eden öğrenciler için elektronik kitabın lüzumsuz olduğu görüşüne dayanıyor. Bakan, okulöncesinde lavabo kullanmayı, ilköğretimde okuma yazmayı, özürlü çocuklara zihinlerini ve bedenlerini kullanma becerisini dijital yöntemlerle kazandırmayı düşünüyorsa yanlış olan elbette benim hesabımdır.

Önemli olan öğretmenin niteliği

Müfredatında yapılan değişiklikle Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersi yeniden gündeme geldi. Değişikliğin içeriğini bilmiyorum, fakat siyasetçilerin yorumuna bakılırsa birkaç tümceden oluşan revizyon kadına yönelik şiddeti artıracakmış. Ben, AKP’nin eğitim bakanlarının, insanlarda eksik gördükleri bir davranışı kazandırma amacıyla böyle bir derse gerek duyduklarını düşünecek son kişiyim. Buna rağmen “bu müfredatın cinsiyetçiliğe, ardından da kadın cinayetlerine yol açacağı” (TTB açıklaması, 13 Ağustos, Evrensel) kaygısını fazlasıyla abartılı buluyorum. Böylesi gereksiz abartılar inandırıcı olmadığı gibi gerçeğin görülmesini de engeller. Kadına yönelik şiddet zaten artmış, cinayet desen cepheden gelen savaş haberi gibi… Bunları bir ifadeye bağlamak doğru olmaz.

Önemli olan müfredattan çok o dersi kimin okutacağıdır. Felsefeciler, dernekleri aracılığı ile bu dersin zorunlu olması ve derse felsefe öğretmenlerinin girmesi gerektiği konusunda bir sempozyum düzenlemişlerdi. Dertleri, dersin amacına uygun işlenmesiydi. Dersin öğretmeni demokrat olursa ders de demokrat olur.

  
2200 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın