Kitaplar


 

 


(Ortak kitap)
 



    https://www.facebook.com/ozmenu  https://twitter.com/unalozmen

 

Ünal Özmen

 
AB İlerleme Raporu’nda zorunlu din eğitimi
Avrupa Birliği Komisyonu 2011 Türkiye İlerleme Rapor’u geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosuna ve AB Konseyine sunuldu. Rapor’un kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Bunu Eleştirel Pedagoji dergisinin Kasım-Aralık sayısında yapmayı deneyeceğim.

2010 Raporu’nda İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması başlığında ele alınan zorunlu din eğitimi konusu, bu kez Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü başlığı altında daha çok gayrimüslimlerin dini ihtiyaçları bağlamında değerlendirilmeye tabi tutulmuş. 

Rapor’da ”Milli Eğitim Bakanlığı Alevilikle ilgili bilgileri de içeren yeni bir din eğitimi kitabı yayınlamıştır. Bu kitaplar, 2011-2012 öğrenim yılından itibaren kullanılmaya başlanacaktır.” gibi yorumlanmamış bir bilgiyle, bu alanda bir iyileşme olduğu izlenimi de yaratılmaya çalışılmış. “Anayasa’nın 24. maddesi ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 12. Maddesi uyarınca, din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri ilk ve ortaöğretimde zorunlu olmaya devam etmektedir. Zorunlu din eğitimi hakkında 2007 tarihli AİHM kararı halen uygulanmamıştır.” İfadelerini artık eleştiri olarak görmüyoruz: Bu, 2009-2010 raporlarından zorunlu olarak kopyalanarak alınmış gizlenemeyecek bir gerçeği ifade ediyor.

Fakat önceki raporların aksine devamına şöyle bir ek yapılmış: “Din derslerinden muaf tutulan öğrencilere başka herhangi bir alternatif ders sunulmamaktadır.” Bu, Rapora yeni girmiş ve oldukça sorunlu bir bakış açısını yansıtıyor. Bu ifade, her öğrencinin ailesinin dini inancına uygun bir eğitim almasını gizlice onaylamaktadır. Sanırım Raporu hazırlayanlar, dini eğitimin her türüne karşı çıkanların (örneğin ateistlerin, deistlerin) istemlerini özgürlükler açısından sorun olarak görmüyorlar.

2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde muhafazakârların artan ağırlığı Rapora yansımış gibi gözüküyor. MEB Teşkilat Yasası’nda yapılan değişikliği olumlu bir gelişme olarak Rapora alıp, Hükümetin, bu yasadan önce gerçekleştirdiği Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) operasyonuna yer verilmemiş olması nasıl açıklanabilir ki? 

***

Sözünüz mü geçti, nazınız mı?

Oral Çalışlar’ın, Cumartesi günkü köşesine taşıdığı hukuk dışı uygulama, muhatabında hemen yankı buldu. Çalışlar, öğretmen Mehmet Dolaş’ın yok hükmündeki cezasını varmış gibi gösterip görevden alın Milli Eğitim Bakanlığını eleştirerek, Bakan Ömer Dinçer’den bu olayı takip etmesini istiyordu. İkinci gün çıkan haberden anlıyoruz ki Bakan “harekete geçmiş”. Radikal, yazının etkisini “Oral Çalışlar’ın ‘Bakan Dinçer'e: Bu olayı takip edin’ başlıklı yazısı Milli Eğitim Bakanlığı'nı harekete geçirdi.” diye duyurdu. Mehmet Danış adına bizim de sevinmemiz gereken bir gelişme.

Bir süre önce, tıpkısının aynısı(!) bir bakanlık uygulamasını ben de köşeme taşımıştım. Yazının sonunda Bakalım Dinçer,  altı hükümet bir o kadar eğitim bakanı döneminde bir türlü uygulanmayan mahkeme kararını yerine getirecek mi? diye de sormuştum. Fakat Ömer Dinçer, o yazım üzerine beni arayıp dile getirdiğim sorunun takipçisi olacağını söylemedi! Üzerinden seksen gün geçti hâlâ ses yok. Elbette Bakanın beni araması gibi bir beklenti içinde olmadım ama en azından yazı üzerine olayın mağduru olan Cevdet Sevinç’in dilekçesine bi zahmet yanıt verilmesi gerekmez miydi? Doğrusu Çalışlar’a gösterilen duyarlılığın tarafıma gösterilmemesine alındım!

Belki bu kadarı da olmaz diyen biri çıkar; Cevdet Sevinç’in uğradığı haksızlığı kısaca özetleyim: Cevdet Sevinç, 1983’te 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasına dayanılarak görevinden alındı. İdare mahkemesi, sıkıyönetim uygulamasının sona ermesiyle tüm tasarruflarının da hükmünü yitirdiğini belirttiği bir gerekçeyle 1991’de tüm özlük haklarıyla birlikte görevine iade kararı verdi. Mayıs 1991’de görevine başladı; fakat sayısız başvurusuna rağmen o günden beri, yani 20 yıldır mahkemenin özlük haklarını ilişkin kararı uygulanmadı. Cevdet Sevinç, açıkta kaldığı sürenin 5 yılını hiçbir sosyal güvenlik sistemine bağlı olmadan geçirdi. Yani, kesinleşmiş yargı kararına göre bu 5 yıl emekliliğine sayılması gerekirken Bakanlık bürokrasisi kararın bu kısmını uygulamadı ve Ağustos 2011’de 34 yıl üzerinden emekli olması gerekirken o 25 yıllık bir öğretmen olarak emekli oldu.

Devletten ricada bulunulmaz

Hükümet üyeleri bazı yazar ve gazeteleri dikkate alarak onlara bilgi verirken bizi neden görmezden gelirler? Sanırım bu soruya verilecek en anlamlı yanıt, bu tür yazarların siyasetçilerle olan ilişkisinin naz geçirecek kadar karşılıklı çıkara dayanıyor olması; bir sorunu dile getirirken ricacı ve çözümü otoritenin takdirine bırakan bir dil kullanmaları. Biz ise ricada bulunmuyor, takdir hakkınızı değil, hukuk kurallarına uyun diyoruz; nazımızı değil, sözümüzü geçirmeye çalışıyoruz. Tabi bu siyasetçilerin hoşlanmadığı bir tarz…

Oral Çalışlar, söz konusu yazısında  “Bakan Dinçer'e: Bu olayı takip edin” gibi emredici sanılan bir başlık kullanmış olsa da sonunda takdiri Bakana bırakıyordu. Ayrıca, 16 Mart Katliamını protesto etmeyi , ‘masum bir gösteri’ olarak değil de “masum sayılabilecek bir gösteri”  olarak gördüğünü yazarak solcu olduğu belli olan sorununu aktardığı kişiyle arasına mesafe koyuyordu. Belki de yazısı, ‘Son derece masum bir gösteri’yi “masum sayılabilecek bir gösteri” olarak görüyor olmasından dolayı etkili oldu.

***

“Sosyal alana müdahale” edilmesin diye sınava müdahale ediyorlar

Değerli dostum Serdar Değirmencioğlu, öğrenciliğinde tanık olduğu bir olayı da katarak, öğrenciler arasında haremlik selamlık uygulamasının 12 Eylül’le birlikte başladığını, bunun bir zihniyet sorunu olduğunu Evrensel’deki köşesinde ayrıntılı bir şekilde yazdı. Serdar’ın verdiği örnek olayların birçoğu hâlâ hafızamızda: Ocak ayında, Mersin'deki Nevit Kodallı Anadolu Güzel Sanatlar ve Spor Lisesinde okul yönetiminin, kız ve erkek öğrencilerin birbirlerine 45 santimden fazla yaklaşmamalarının istendiği haberini unutmuş olamayız.

Geriye dönüp baktığımızda Antalya Muratpaşa lisesi yönetiminin yukarıdan aldığı sözlü talimatı “Cinsel istismar vb. durumlarla karşılaşılmaması için (öğretmen ve öğrenciler arasındaki) mesafe 1 metreden az olmayacaktır” şeklinde yazılı kurala dönüştürmesi şaşırtıcı bir durum değil. Müdürün yazısını aşağıdan yukarıya her yönetici savunuyor. Öyle pişkin bir savunma ki müdür kişilerin birbirinin sosyal alanına müdahale etmesini engellemek için böyle bir karar aldıklarını söylüyor. Sisteme bakın, yöneticisinden korunması gereken öğretmenleri, birbirlerinden koruyor!

Milli Eğitim Bakanlığı müdür, müdür yardımcılığı sınavlarında Eğitim Bir Sen’in hazırladığı soruları kullanmış. Kafası çalışmayan böylesi adamların sınav kazanması için elbette sorularla birlikte yanıtlarının da ellerine tutuşturulması gerekiyor. Şimdi daha da anlaşılır oluyor bu sendikayla Milli Eğitim Bakanlığının ortak sınav düzenlemesinin nedeni.
  
2415 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın