5. Eleştirel Eğitim Konferansı (Polonya) ![]() Müslüman Toplumlarda Eğitim, Laiklik ve Laik Eğitim Ünal Özmen
Batı’da entelektüellerin baş etmeye çalıştığı eğitimin öncelikli problemi, kamusal bir hakkın, piyasa için ve piyasanın ihtiyaçlarını karşılamak üzere yeniden şekillendirilmesine itiraz olarak görülüyor: Eğitimin piyasa kontrolüne girmesi bilgi, bilgi kaynakları ve sertifika merkezlerinin (okullar, kurs merkezleri vb.) zenginler tarafından kontrol edilmesini beraberinde getiriyor. Piyasa, eğitim üzerindeki denetimini ise büyük ölçüde emeği referansına bakarak ücretlendirme politikasıyla gerçekleştiriyor. Bu yolla zenginler bir yandan bireyler arası rekabeti kızıştırıp yoksulları geçerli diplomayı satın almaya teşvik ederken diğer yandan aleyhlerine işleyen düzenlemelerle yoksulların karşı politika üretme olanaklarını tümüyle ellerinden alıyor. Bütün dünyanın problemi olmakla birlikte gelişmiş Batı ülkelerinde mücadele, bu sermaye saldırısına karşı daha ziyade iktisat içinde ve kısmen sınıfsal karakterde sürüyor. Ancak dünyanın başka bir bölgesinde, özellikle Müslüman ülkelerde eğitim, modernleşme ve karşıtları arasındaki mücadele alanı olarak öne çıkıyor. Örneğin hiçbir gelişmiş Batı ülkesinde “laik”, “bilimsel”, “demokratik”, “anadilinde eğitim” tek bir sloganda bir arada kullanılmazken Türkiye’de demokratik eğitim mücadelesinin sloganı “Laik, Bilimsel, Demokratik ve Anadilinde Eğitim”dir. Bu slogana “Demokratik”ten sonra gelmek üzere “parasız” da dahil edilse bile şimdilik pek ilgi görmüyor. Bu slogan şimdilik sadece Türkiye’ye özgü; diğer Müslüman ülkelerde bu kavramların ifade ettiği değerler henüz uğruna mücadele edilecek öncelikler arasında değil. Bu durum, Batı’dan farklı olarak Türkiye dahil Müslüman toplum entelektüellerinin mücadelesini başka cephelerde, kültürel alanda sürdürmelerini zorunlu kılıyor. 1980’li yıllara dek Türkiye’de eğitimsel talepler, genellikle eğitime erişim ve aydınlanma arzusunu dile getiren başlıklar altında dile getiriliyordu. O dönemin belli başlı sloganları “Halk için eğitim”, “üretim için eğitim”, “iş içinde eğitim”, “herkese eğitim hakkı”, “her köye bir okul”, “emperyalist eğitime hayır”dı. “Laik, bilimsel ve çağdaş eğitim”, diğerlerinin yerini 70’li yılların ikinci yarısında almaya başladı. Sloganların geriye dönük seyri de gösteriyor ki Türkiye bugün, Cumhuriyet modernleşmesinin kayıplarını telafi etme çabasındadır. Mısır, Tunus, Ürdün gibi Müslüman ülkeler de modernleşme yolunda küçümsenemeyecek yol kat etmişken bilgiyi sorunsallaştıran, dinsel olana eğitimde yer açan Batı kaynaklı neoliberal eğitim, telkin edildikleri bu Müslüman ülkelerde İslamcı politikacılar tarafından ülkelerindeki aydınlanmacı çabalara karşı kullanıldı. Ne yazık ki ümmete karşı yurttaşlık kültürünü savunan ve mücadelelerini farklı cephelerde yürütmek zorunda kalan Müslüman ülke aydınları, bu Batı desteği karşısında her zamankinden daha dezavantajlı durumdadır. Çelişki şu ki, Müslüman ülkelerde Batı kültürü anlamına gelen modernleşme, yine Batı tarafından sorunsallaştırılmıştır. Ancak Türkiye örneğinde görüldüğü gibi gelinen nokta, Batılı güç odaklarının amacını, kontrol edemeyecekleri düzeyde aşmıştır. Bugün, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ve uzun süredir radikal İslamcı politikacıların hegemonyasındaki Türkiye’de eğitim, diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi piyasanın amacını aşan ölçüde dinin saldırısı altındadır. Eğitimin, piyasanın ihtiyacından fazla dini bilgiye yer vermesine iş dünyasının eleştirisi ve işlettiği okullarda laik beklentiyle çatışmaktan kaçınması, Müslüman ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de kapitalizme seküler anlam yüklenmesine, sermayenin özgürlük arayışının müttefiki olarak algılanmasına yol açmaktadır. Çünkü, bir zamanlar kamusal hayata müdahalesini sınırlamak için devlet denetimine alınan din, mahalle ve cemaat kültürü olmaktan öte devlet elinde baskı aracına dönüşerek piyasanın ihtiyacı olan “serbestliği” ortadan kaldırmaktadır. Din eğitimi, büyük sermayenin arzu ettiği sınırı zorlamaktadır. Daha ileri giderek, küçümsenmeyecek ölçüde kapitalist altyapıya sahip Türkiye’de bile piyasanın dini kontrol edemediğini, bu üst yapı kurumunun alt yapıya müdahale edebildiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, yerlisiyle, yabancısıyla büyük sermaye, kitleleri kontrol etmek üzere araçsallaştırdığı İslam dininin Sünni mezhebini dizginlemeye çalışıyor. İslamcı parti iktidarı artık sadece Türkiye’nin değil, dünyanın istikrarını bozan bir güce dönüşmüştür. Bundan dolayı The Times, 2003’te “karizmatik lider” olarak sunduğu Erdoğan’ı 2015’te "Teflon lider" olarak anmıştır. Ancak bilinmeli ki Batı’nın İslamcılarla problemi, Müslüman ülke aydınlarıyla aynı kaygılardan kaynaklanmıyor. İslam’ın gerilime gerekçe yaratabilme potansiyeli (İnguşetya’da, namazın süresi konusunda anlaşamayan aynı camide namaz kılan iki mezhep arasında çıkan kavgada 40 kişi yaralandı), bilim, bilgi ve düşünce ile mücadele azmi, kamusal hakları “yardım”a dönüştürerek halkın minnet duygusunu kazanmadaki başarısı kapitalizmin her zaman toplumları şekillendirmede yararlanmak isteyeceği yönleridir. İslam dininin varlığını sürdürmek için devlet garantisine duyduğu ihtiyaçla sermayenin dine olan ihtiyacı ortadan kalkmadığı sürece bu ilişki bir şekliyle devam edecektir. Bir zamanlar Ortadoksi Müslüman ülkelerden ayrı düşünülüp değerlendirilen Türkiye, 2011’den itibaren şeriat hukukunun geçerli olduğu ülkeler arasında ele alınmaktadır: Uluslararası demokratik dayanışmanın zafiyetinden yararlanan İslamcı hükümet Taliban, El Kaide, ISID, Boko Haram gibi İslamcı örgütleri destekleyerek bu örgütlerin faaliyet gösterdiği ülkelerdeki modernleşme çabalarını engelleme girişiminde bulunmaktadır. Bu bakımdan Türkiye üzerinden yapılacak analiz, Müslüman ülkelerin karşı karşıya bulunduğu eğitimsel sorunları anlamamızı da sağlayacaktır. Şunu da özellikle belirtmekte ve bilmekte yarar var: Türkiye, büyük çoğunluğu muhafazakâr partileri tercih ediyor olsa da halkın genel siyasi tercihi İslamcı politikalardan yana değildir. Halkın seçim tercihini İslamcı/milliyetçi partilerden yana yapması, dini kuralların egemen olduğu devlet özlemi peşindeki ve oranı yüzde 15’i geçmeyen bir kesim ile onlar adına siyaset yapan tarikat birliklerinin görevlendirdiği İslamcı politikacıların uluslararası sermayenin desteğinde siyasi bir güç haline gelerek iktidar tekelini eline geçirmiş olmasıyla ilgilidir. Irak’ın işgali ile başlayan Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirmede en doğru müttefik, kuşu yok ki dönüştürülmesi düşünülen kitle adına konuşma ehliyetine sahip içeriden bir güç olmalıydı. Nitekim İslamcılar, bu rolü üstlenme karşılığında ABD önderliğindeki Batı koalisyonu tarafından iktidara taşındı. Yerli sermaye grupları ve nüfusun önemli bir kesimi, ABD, Avrupa Birliği ve bunların denetimindeki finans kuruluşları (Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü vb.) ile kurulan sıcak işbirliğinin olanaklarından yararlanma arzusuyla bu hareketten desteğini esirgemedi. Nitekim Türkiye İslamcıları, Batı’nın limitsiz desteği sayesinde sisteme müdahale yeteneği olan yönetsel denge unsurlarının (yargı, meslek örgütlenmeleri, sendikalar, sol partiler, medya) iradesini kırabildi. Böylece toplumun iradesini kırmanın önü açılmış oldu.
Müslüman ülkelerde eğitim Türkiye: Türkiye, modern eğitimle Osmanlı Devletinin son yüzyılında, 19. yüz yılda tanıştı. Savaş teknolojisine sahip olmak için mühendislik, dua ile iyileşmeyen hastalıkların tedavisi için tıpla başlayan modern eğitimin, bireyi yurttaşlaştırma, toplumu demokratikleştirme gibi amacı yoktu. Tarım ekonomisinin hakim olduğu köyler toplamı demek olan Türkiye, 1923’te Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Batılı anlamda laik eğitimle tanıştı. İkinci Dünya Savaşının sonuçlarından biri olan ABD’nin çevre ülkelere sarkması, taşeron adayı ticaret burjuvazisinin “demokratik” siyasi taleplerle ortaya çıkmasına yol açtı. Ne yazık ki burjuvazinin yönetimi elinden alacağı “devrimci” asker ve sivil bürokratlarla aydın (entelektüel) ortaklarını tasfiye etmesi gerekiyordu. Demokrasinin sağladığı imkanlarla seçmen olarak ortaya çıkan dindar köylü ve tasfiye edilememiş dini yapılar, dine eski rolünün teslim edilmesi karşılığında bu mücadelede burjuvazinin müttefiki oldu. 1950 seçimlerinde Türk burjuvazisi, muhteşem bir sonuçla iktidar oldu. Bu seçim, cumhuriyetin kurucu unsurlarının tasfiyesi, karşıtlarının başarısı olarak anılır. 1939 yılında müfredattan tümüyle çıkarılan din derslerinin 1951 yılında okullara geri dönmesi ve dini eğitim veren okulların açılması, 1953 yılında ise öğretim üyelerine siyaset yasağı getirilmesi sürecin sonraki işleyişi hakkında açıklayıcı ön bilgi olabilir. İzleyen yıllarda din, burjuvazi tarafından denetimli bir şekilde kitleleri yatıştıran unsur olarak kullanıldı. Özellikle kamu bürokrasisinde ayrıcalıklar elde ettiği 1970’li yıllardan sonra, Sünni cemaatler, etkin oldukları bazı illerde (Maraş, Malatya, Çorum, Sıvas) zaman zaman İslami bulunmayan Alevi topluluğun cumhuriyet rejiminde elde ettiği “yurttaşlık” haklarına saldırdı. Buna rağmen seküler yaşam tarzı görünürlüğünü korudu. Bu dönemde haliyle eğitim alanında, milliyetçilikle birlikte Sünni İslam’a dayalı dini öğretiler daha itibarlı bir noktaya yükseldi. Fakat yine de dinle çelişen bilimsel konular müfredattan ayrıştırılmadı. 2002 yılında parlamento gücünü ele geçiren İslamcı AKP hükümetlerine kadar… Türkiye’deki İslamcı iktidar parti (AKP) “demokrasi”, “eşitlik”, “adalet” ve “insan hakları” gibi evrensel kavramları, “çağdaşlaşma”, “küreselleşme”, “yenilik”, “piyasa”, “liberal” gibi kavramlarla birlikte Batı’nı beklentisi doğrultusunda iç kamuoyunu yönetmekte kullandı. Böylece İslami yönelişe tepki vereceği varsayılan lailer ile “Atatürkçü subaylara”, nihai hedefi şeriat olan siyasi İslam ideolojisinden, sınırlarını Batının çizdiği, bize Ilımlı İslam olarak çevrilmiş piyasa islamına (Patrick Haenni) sadık evcilleştirilmiş bir İslamcı harekete dönüşebileceği izlenimini vermişti. R.T. Erdoğan’ın Batı’nın kültürel ve siyasal geleneğini kastederek “Ey.. Batı” demeye başladığı 2014 öncesine kadar AB sözcülerinin, genişlemeden sorumlu komisyonlarının açıklama ve raporları, sol parti temsilcilerinin Erdoğan ziyareti ve bu ara Türkiye solunu suçlayıcı açıklamalarının lailerin direnişini kırmaya yönelik bilinçli bir sermaye saldırı olduğunu bugün daha net görebiliyoruz. Türkiye, ekonomide liberal politikalarla 24 Ocak 1980'de tanıştı. Eğitime 2000'li yıllarda sıra geldi: Önce süreci yönetecek kapsamlı bir kadro yönetime getirildi. Ardından öğretim programları ve buna bağlı olarak ders kitaplarıyla diğer yardımcı öğretim materyalleri değiştirildi. Eğitimle ilgili mevzuatlar ise hep yaratılan fiili duruma meşruiyet kazandırmak üzere sonradan düzenlendi. Bütün bunlar Dünya Bankası, IMF, Avrupa Birliği gibi uluslararası finans ve siyaset otoritelerinin desteğinde, onların denetimindeki kuruluşların telkin ve gözetiminde gerçekleşti. İslamcılar, Türkiye'nin iki yüz yıllık Batılılaşma serüvenine ters, ancak ABD projesi olan “Ilımlı İslam”a uygun neoliberal (Öğrenci Merkezlilik adıyla sunuldu) eğitim politikasını, küresel ekonomik politikalara uyumsuzluk göstermeme karşılığı verilmiş bir ödün olarak gördü ve ödünü ödüle çevirebildi. İslamcı hükümetin rejim değişikliğini gerçekleştirdiği 2018 itibari ile son durum şu: Örgün temel eğitim içindeki ortaokul ve liselerin yüzde 20’si tamamen din eğitimi veren okullardan oluşmaktadır. Bu okullara devam eden öğrenci oranı ise yüzde 25’tir. Normal ortaokul ve liselere devam eden öğrenciler, haftalık iki saat zorunlu din dersine ek olarak adı seçmeli fakat seçmenin zorunlu olduğu(!) üç farklı din dersi (Peygamber Muhammed’in Hayatı, Kuran ezberleme ve yine İslam dininin ibadet esaslarının eğitiminin verildiği Temel Dini Bilgiler) daha almaktadır. İslam dini, okulöncesi eğitimde dahil “Değerler Eğitimi” adı altında verilmeye başlandı. Fen, fizik, biyoloji gibi bilim derslerindeki din ve “Müslüman Türk kültürü”yle çelişen bilgiler her geçen gün ayıklanmaktadır. Karma eğitime geçiş yasağı kaldırıldı, İslam adına mücadele anlamındaki “cihad” müfredata alındı. Öğrencilerin okuyacağı ders dışı kültür kitapları büyük oranda devlet destekli vakıf ve cemaatler tarafından temin edilmektedir. Türkiye’de üniversite, politikacıların yatırım vaatleri arasındadır. 206 üniversiteden ODTÜ, Ankara, Hacettepe, Boğaziçi, İstanbul, Marmara gibi birkaçı hariç diğerleri öğrencileri ile bulundukları illerin ticaretini hareketlendirsinler diye açılmış alışveriş merkezleridir. Birçoğu adının medrese olarak anılmasını istemekte, kampüslerine cami merkezli sosyal ortam anlamında küllüye demektedir. 2002 sonunda 550 bin öğretmenin 170 bini laik solcu Eğitim Sen üyesi iken 2019 itibari ile bir milyon 50 bin öğretmenin 450 bini, 2002’de üye sayısı 26 bin olan İslamcı eğitim sendikasına üye olmaya zorlanmıştır! Demokratik öğretmen hareketinin aldığı darbeyi anlama bakımından bu veri oldukça önemlidir. Din eğitiminin bir yandan devlet tarafından finanse edilmesi, öte yandan din okulu sertifikalarının kamu işyerlerinde iş bulmanın referans olarak öncelikli belge sayılması yoksulların dini eğitim veren okullara ilgisinin devam etmesini sağlıyor. Devlet okullarındaki Sünni İslam ağırlıklı din eğitimini kabullenmeyen diğer dinsel azınlıklar, çocuğunun daha iyi bir geleceğe küresel mesleklerle erişeceğine inanan laik orta sınıf hızla devlet okullarından kaçmanın yolunu aramaktadır. Onlar için sunulan seçenek ise bedelini ödemek koşuluyla özel okullardır. Nüfusun büyük bölümü özel okulları, öğrencinin kendisini rahat hissettiği, velinin kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını karşıladığını düşündüğü seküler alanlar olarak görüyor. Laiklik, İslamcılar tarafından laiklere satılan (Özgür Şen) bir metaya dönüşmüş durumda. Bu bakımdan kamusal eğitimin piyasacı eğitim eleştirisi eşliğinde dile getirilmesi, özel öğretim karşıtı fikirler kamuoyunda karşılık bulmuyor. Çünkü kamusal eğitim savunucularının, halka işaret edebilecekleri kamu okulu bulunmamaktadır. Eğitimdeki bu dönüşümün, sadece eğitimli laik ve laik orta sınıfı tedirgin etmemekte, eğitimin iktisadi sonuçlarıyla ilgilenen mütedeyyin kesim de İslamcıların, uzun bir süre daha iktidarlarını korumaları halinde bile aldıkları dini eğitiminin istihdamda kullanamayacağını her geçen gün biraz daha fark etmektedirler. Bu eğilim, 2018 milletvekili seçiminde İslamcıların oy oranın düşüşüne yol açmış, sürece toplum tepkisi olarak yorumlayan İslamcı Erdoğan, eğitimdeki dinselleşmeyi liberal birini (Ziya Selçuk) eğitim bakanlığına atayarak örtük bir programla sürdürme ihtiyacı duymuştur. Türkiye demokratik eğitim mücadelesinin rotasını değiştiren dönüşümün nedenlerini kavrayabilmek için bazı Müslüman ülkelerdeki İslami eğitime bakmakta yarar var. Çünkü Türkiye’nin rotası bu ülkelerin kapısını göstermektedir. Suudi Arabistan’ın, Arap Baharı’nın kapısına dayandığı 2012 yılından itibaren eğitimin dinselleşmesine dönük faaliyetleri desteklemek amacıyla 10 milyar dolar hibe ettiği düşünülürse tehlikenin laikler açısından boyutu daha anlaşılır olacaktır. Suudi Arabistan Anayasası ve Eğitim Siyaset Belgesi eğitimin amacını, İslam dininin doğru olarak anlaşılması ve Kuran’ın tam ve eksiksiz öğretilmesini öngörür. Anasınıfı hariç tüm eğitim kademelerinde cinsiyet ayrımcılığı vardır. Kadın, erkek okullarında; erkek, kadın okullarında öğretmenlik yapamaz. 1960 yılına dek bu ülkede kadınların okula gitmesi yasaktı. Eğitim zorunlu değil, buna karşın okullaşma oranı yüzde 90 dolayındadır. Suudi Arabistan’da özel okul oranı yüzde 12.7’dir. 35 üniversitenin 10’u özeldir. Lisans ve lisansüstü (master) eğitimi düzeyinde yurtdışındaki öğrenci sayısı 150 bindir. İran’da eğitim, Kültürel Devrim Konseyinin vesayetindedir. İran İslam Devrimiyle (1979) birlikte İslam’la çelişen bilgiler müfredat ve ders kitaplarından çıkartıldı. Öğretmen eğitimi yeni müfredatı gerçekleştirecek donanıma uygun olarak yeniden gözden geçirildi. İran’da sosyal derslerin tümü İslam (Şii) ve İranlılıkla ilgilidir. Din dersinde başarısız olan sınıfta kalmış sayılır. Birleştirilmiş sınıf eğitimi yapılan uzak köyler hariç İran’da karma eğitim yasak. Öğretmenler, Suudi Arabistan’da olduğu gibi okulların cinsiyetine göre tayin edilir. Kadının yurtdışı eğitimi alması yasaktır. Bütün bunların yanı sıra din eğitimi, mali kaynağı bağış olan HAVZA adı verilen ayrı okullarda verilir ve bu okullar yaygındır. HAVZA’lar üniversite ve “bilim” kurullarını dine uygunluk bakımından denetler. Mısır’ın modern eğitimle ilişkisi, Türkiye ile oldukça benzerlik gösterir. Mısır, 1830’lu yıllarda modern eğitimle, 1922’de de laik eğitimle tanışır. Laikliğin yasaya girme tarihi 1952, karma eğitime geçiş tarihi ise 1956’dır. 1954-1970 yıllarında (Nasır dönemi), din eğitimi almanın serbest bırakılmasıyla din eğitiminin ağırlık kazandığı görülür. Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek döneminde din eğitimi baskısını aşmak üzere zorunlu eğitim süresi 9 yıla çıkartılır (1981). (Aynı yıl Türkiye 8 yıl kararı aldı ancak uygulamaya 1997 yılında geçildi). 2012 yılında iktidarı ele geçiren Müslüman Kardeşler örgütü Suudi tipi eğitime yönelmişken bir darbe ile iktidardan uzaklaştırıldı. Pakistan’da 2013 yılı itibariyle 180.846 (yüzde 69) adedi devlet okulu, 80.057 (yüzde 31) adedi özel okul olmak üzere toplam 260.903 örgün eğitim kurumu vardır. Okur-yazar oranının toplam nüfusa oranı yetişkinlerde yüzde 55, gençlerde yüzde 70’dir. 41 milyon öğrencinin 26 milyonu (yüzde 64) devlet, 15 milyonu (yüzde 36) özel okullarda öğrenim görmektedir. Okulların 50 bini, bağış yoluyla halk tarafından finanse edilen ve kurs sertifikalı “öğretmen” imamların öğretmenlik yaptığı “Cami Okul” ve “Ev Okul”udur. Bu okullarda ağırlıklı olarak din eğitimi verilmektedir. Ayrıca örgün eğitim kurumlarında yürütülen din dersini yeterli bulmayan aileler din eğitimi konusunda medreselerden yararlanma yoluna gitmektedir. İslam dininin inanç ve ibadet esaslarının öğretildiği İslamiyet adlı din dersi, özel ve devlet okullarının tüm kademelerinde zorunludur. Arapça ve Kuran dersleri ise ortaokuldan sonra müfredata dahil edilmektedir. Karma eğitimin esas olduğu ülkede kız ve erkek okulları yaygın olsa da çok sayıdaki aile kız çocuklarını Cami-Okulları ya da kadın öğretmenlerin ders verdiği Ev Okulları tercih etmektedir. Asker, politikacı, bürokrat ve zengin çocukları, standardı yüksek ve eğitim dili İngilizce olan okullarda devlet yönetimini devralmak üzere hazırlanır. Ortadoğu ve Afrika’daki diğer Müslüman ülkeler yukarıdaki örneklerin küçük özetleri gibidir. 2011’de çıkarılan iç savaş sonunda Suriye’de okul çağındaki öğrencilerin yüzde 50’si, Libya'da hemen hemen tamamı gidecek güvenli bir okul bulamamaktadır. İŞİD’in kontrolündeki Irak ve Suriye bölgelerinde sadece din ve askeri eğitim verilmektedir. Nijerya’da Boko Haram, Afganistan’da Taliban “düşman” askerleri ile öğrenciler arasında ayrım yapmamaktadır. Uzak Doğu’daki Müslüman toplumlar hakkında pek fikrimiz bulunmamakla birlikte nüfusunun yüzde 70’i Müslüman olan Bangladeş’te okuma yazma oranı yüzde elli civarında. Sonuç olarak: Müslüman ülke ve toplumlar, eğitim yoluyla mesafe almayı uman modern beklentiyi karşılamanın çok uzağında. Müslüman toplumların karşı karşıya olduğu eğitimsel sorunlar, her ne kadar iktisadi nedenlere bağlı sosyal problemlerden kaynaklanıyor olsa da büyük oranda sorunun asıl kaynağını aşan dinsel ve kültürel alanlarda cereyan ediyor. Neoliberalizmin Müslüman toplumlarda dine biçtiği rol, Batı’da egemen devlet ideolojisinin iktidarı elinde tutan fraksiyonların (Althuser) dine verdiği sınırlı rolden oldukça farklıdır. Batı’nın "yeni muhafazakarlık" olarak adlandırdığı olgu Müslüman ülkelerde dinin kendisidir. Bu nedenle Müslüman toplum entelektüellerinin mücadele stratejileri sınıf mücadelesinde kullanılan argüman ve araçlarından ziyade kültürel mahiyette olmalıdır. Bir tür aydınlanmacı işlev görecek bu güçlendirici kültür, ulus değerlerinden (dil, gelenek-görenek, biyolojik benzerlik, din vb.) arındırılmış ancak kesinlikle Marksizm’den esinlenmiş evrensel kültürel değerlerden (hukuk, adalet, eşitlik, dayanışma vb.) beslenmelidir. Arap Baharı olarak adlandırılan isyanlar, ekonomik anlamda ezen ve ezilen sınıflar arasında değil, orta ve üst sınıf mensubu da olsa sosyal bakımdan din karşısında dezavantajlı durumdaki gruplar arasındaki dayanışmayı zorunlu kılmaktadır. Tunus, Mısır, Bahreyn ve Türkiye’deki Gezi ayaklanmaları, farklı sınıfların kültürel alanda müttefiklik ilişkileri kurabileceğinin, Müslüman toplumlarda ortak noktanın kültür olduğunu göstermesi açısından öğretici örneklerdir.
|
654 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |