Kamusal alanın dışındaki kamusal sorun: Paralı okullar Kamusal alanın dışındaki kamusal sorun: Paralı okullar Ünal Özmen Paralı okul velilerinden biri, 2023-24 eğitim-öğretim yılı başında şöyle bir paylaşımda bulunmuştu: Eğitim 24.845, yemek 28.000, etüt 6.500, takviye kurs 6.500, kitap 20.000 dediler! Bu nedir? Yani okul mu işletiyorlar, yoksa lokanta ve kırtasiyeci mi anlamadım! Servis, kıyafet ve kırtasiye hariç, 2023-24 eğitim yılının en ucuz paralı okul fiyatı 85 bin 845 lira idi. 2025-2006 öğretim yılında ortalama fiyat 350 bin Tl. Özel okul velileri isyanda. İsyan noktasına gelenler genellikle satın alma gücü düşük orta ve alt gelir grubuna hitap eden paralı okul müşterileridir. Paralı okul velisi arttıkça sorunları da artıyor ve tepkileri kamuoyuna daha çok yansıyor. Örgütlenmeye, Eğitim Bakanlığına ulaşmaya çalışıyor, fakat bakanlık onları pek dinlemiyor. Demokratik kamuoyu sayıları giderek artan bu kitlenin sorunlarını kamusal talep olarak ele alabilir, eğitimin içeriğinden ziyade fiyatının mesele edildiği bu tartışmaya müdahil olabilir mi? Türkiye her eğitim-öğretim yılına karma eğitim ve yeni din derslerinin müfredata eklenmesini tartışarak giriyor. Bir kamusal alan olan devlet okullarına yönelik bu saldırıya direnip okulların demokratikleştirilmesini savunmak ise o alanda kalan öğretmen, öğretmen örgütleri, öğrenci ve velilerine düşüyor. Daha açık sormak gerekirse, devlet okullarındaki nitelik kaybına tepki vermek yerine çözümü paralı okulda arayanlarla satıcı (özel okul sahipleri) arasındaki uzlaşmaz pazarlığa demokratik kamuoyunun dahil olması gerekir mi? Bu, tartışmaya değer bir konu gibi geliyor bana. Paralı okulların oranı yüzde 20’yi, öğrenci oranı yüzde 15’i aştı. Bu, iktidarın nihai hedefi olan yüzde 20’yi yakaladığı anlamına geliyor. Bu, artan yoksullaşmaya ters bir oran. Paralı okula yönelen çoğunluğun yoksulluk sınırının altındaki çalışan kesim olduğunu biliyoruz. Sorun her ne kadar yoksulları ve büyük bir kitleyi ilgilendiriyor olsa da beklentisini, statüsünü, kültürel ve sosyal konumu serbest piyasadan para ile edinme çabasının kamusallık ile ilişkilendirilmesi çok zor. Paralı okul müşterisinin çokluğu, onları kamusal eğitimin bileşenlerinden biri yapmadığı gibi bir ticarethane olan paralı okullar da kamusal alan değildir. Herkese açık ve erişilebilir olmayan ayrıcalıklı bir alanda yaşanan sorun ve bu sorunun neden olduğu gerilimi kamusal alana taşımak gerekmez. Fakat bu, orada yaşanan sorunun kamuyu ilgilendirmediği anlamına gelmiyor. Çünkü paralı okulların müşterileriyle yaşadığı problemin kaynağı kamusal bir örgüt olmasına rağmen eğitim politikasıyla yurttaşlarının bir kısmını sistemin dışına iten devlettir. Devlet okullarıyla özel okullar arasındaki tüm farklılıkların temelinde eğitimin finansal kaynağı yatmaktadır. Her alanda olduğu gibi finansör eğitimde de tercih hakkına sahiptir; finansör öğrenci ise okul seçiminden okulla kurduğu ilişkiye, eğitimin içeriğinden materyaline, amaçlarından kariyer planına kadar tüm eğitimsel faaliyetle birlikte sosyal ilişkilerinin ve yaşantısının belirleyeni oluyor. Özel okul yatırımcısının rolü öğrencinin beklentisini gözetmekten ibarettir. Paralı okullar, satın alma gücü olanın tüm bu ve benzeri beklentilerini alabileceği bir pazar olarak düşünülmüştü. Ne yazık ki devlet, eğitim ortamını bozdu ve eğitimi önemli bulan, geleceğini eğitime bağlamış önemli bir kesimin devlet sisteminin dışına çıkmasına yol açtı. Sonunda arzın talebi karşılayamayacağı noktaya geldik ve paralı okul sahipleri bir yandan müşteri beklentisini göz ardı eder; öte yandan müşterisini eğitim, yemek, kıyafet, servis, kitap ve kırtasiyeyi belirlediği fiyata zorlar oldu. Bu durum, devlete dönmek istemeyen hatta dönüş yollarını kapatmış olan paralı okul müşterisini sorununu kamusal alana taşıyıp çareyi orada aramaya yöneltti. Özel okul, teorik olarak bireyin beklentisini gözetmek durumundadır, çünkü orada alıcı-satıcı hukuku geçerlidir. Elbette devlet okullarının finansörü de öğrencidir fakat burada birey haklarını tek başına denetleyemediği daha büyük ve soyut bir güç olan devlete devrettiği için bireyin değil, devletin bireyden beklentisi esastır. Demokratik devlet, ortalama bir yol bulur ve bireyle arasındaki çatışmayı asgari düzeye indirir. Demokratik olmayan devlet yolun ortasını bulamaz ve bir süre sonra devletin beklentisi devleti ele geçiren gücün beklentisi olur. Türkiye bu kategoride; bireyle devletin eğitimden beklentisi arasındaki uyumsuzluk gittikçe artıyor. Bu da ebeveynlerin, olanakları ölçüsünde devlet okullarından uzak durmasına neden oluyor. Özel okullara yönelinmesinin nedeni bu okulların öğrencinin eğitimsel beklentisini karşılıyor olmasından kaynaklanmıyor, ekonomik krizin yoksullaştırdığı eski orta sınıfı sınırlarını zorlamaya iten asıl neden çocuğunu devletin hegemonyasından kısmen kurtarmakla ilgilidir. Devletin çocuklar üzerindeki baskısı arttıkça özel okullar büyüyor. İtici nedenden (devletin başarısızlığı) ötürü büyüme doğal olarak çekici nedenlerin (özel okullara atfedilen niteliklerin) göz ardı edilmesine yol açıyor. Şu haliyle özel okullar, öğrenciye, nitelikli bir eğitimden ziyade devletin vaat edip gerçekleştirmediği hayali satıyor diyebiliriz. Bir tweete gelen tepkileri bu yazının iddiasını doğrulayan küçük bir anket olarak sunabilirim: “Çocuklarınızı özel okula göndererek devlet okullarının çökmesini onaylayan orta sınıf nasılsınız? Taksitleri falan ödeyebiliyor musunuz?” diye atılan ironik tweete gelen çoğu sitem içeren takipçi yorumunun özeti “Çocuğumu güvenle gönderecek devlet okulu vardı da biz mi göndermedik” şeklindeydi. Öğrenci velisi olduğu anlaşılan bu kişiler haklıydı; çünkü, öğrencisine nitelikli eğitim sunmakla yükümlü Milli Eğitim Bakanı (Yusuf Tekin) bile devlet okuluna güvenmeyip çocuğunu özel okula gönderiyordu. Sözleşmeye dayalı alışveriş ilişkisinde çıkan ihtilaf kamuyu, kamusal alanı ilgilendirmez. Fakat “Evimin önü arkası, sağı solu imam hatip”, “Dincilerden, imamlardan korumak için gönderiyorum.” “Devlet okulu her gün film izlettiğinde ve yemek duaları yaptığında bitti bizim için” diyen ebeveyni de anlamak gerekiyor. Onları bu alışverişe zorlayan kamusal bir kurumun kararlarıdır. Özel okullarda yaşanan sorunlar her ne kadar kamusal alanın dışında kalsa da çözüm kamusal talep, kamusal tepki ve kamusal alanda gözüküyor.
Ticari okul fikri iflas etmiştir 2022 yılında devletin (YÖK ve MEB) “gözetim ve denetiminde”ki İki özel okul "Faaliyetini sürdüremez" duruma düştü. Mali krize sürüklenen okullardan biri (İstanbul Şehir Üniversitesi) devletleştirildi. Devlet diğerine (Doğa Koleji) müşteri aradı. Bulamayınca da kayyum atadı. İstanbul Şehir Üniversitesinin toplamı 400 milyon Tl. olan kredi borcu Erdoğan’ın bankalarına idi. Erdoğan haciz işlemini kaldırmadı. Doğa Kolejinin borcu dört bankaya, kiracısı oldukları mülk sahiplerine ve çalışanlarına. Taraf ve borç çok (bir milyar 800 milyon), para ve kaynak yok. Bu okul zincirine kayyum atandı. Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye’nin en büyük özel okul zincirinin mali durumunu neden izlemedi? "Faaliyetini sürdüremez" durumda olduğu okulların açıldığı 2020 Eylül’den beri bilinen Doğa Kolejlerinin öğrenci kaydı yapması neden durdurulmadı? Okulların sahibi şirketin, ebeveynlerden tahsil edilmemiş alacağı bulunmuyor. Nakit olarak tahsil edilen kayıt paralarının şirketten çıkartılmasına kim göz yumdu? Bu sorulara kim nasıl yanıt verirse versin, iflas edenin, ulusal eğitimi şirketlere devretme fikri olduğunu gizleyemez. Mevzuatlar, kamusal faaliyette bulunan özel işletmelerin denetlenmesi görevini ilgili kamu kurumuna veriyor. Mevzuatlarda sorun yok. Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği Madde 24 - Vakıf yükseköğretim kurumları, eğitim öğretim ile idari, mali, ekonomik konularda Yükseköğretim Kurulunun gözetim ve denetimine tabidir. Özel Öğretim Kurumların Kanunu Madde 11 – Kurumlar ve bu kurumlarda görevli personel, Bakanlığın denetimi ve gözetimi altındadır. YÖK, Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Vakıf yükseköğretim kurumlarının mevzuata aykırı işlem ve eylemleri hakkında uygulanacak önlemler” başlıklı 25. maddesini işleterek Halk Bankasının icra işlemi başlatmasıyla krize giren “gözetim ve denetim”indeki İstanbul Şehir Üniversitesini Marmara Üniversitesine bağladı. Yönetmelik, YÖK’e, faaliyetini sürdüremez duruma düşen vakıf yükseköğretim kurumlarını garantör devlet üniversitesine devretme yetkisini veriyor. YÖK’ün İŞÜ ile ilgili gerekçeli kararı şöyle: ”Üniversitenin mevcut mali durumunun eğitim öğretim faaliyetini sürdürülemeyecek hale getirdiği; öğrencilerin, akademik ve idari personelin mağduriyetini büyüteceği ve eğitim-öğretim faaliyetlerinin aksamasının artık kaçınılmaz hale geldiği anlaşıldığından Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 25/d-3 maddesi uyarınca İstanbul Şehir Üniversitesinin faaliyet izninin geçici olarak durdurulmasına ve idaresinin garantör üniversite olan Marmara Üniversitesine devrine karar verilmiştir." Milli Eğitim Bakanlığının “denetimi ve gözetimi altında” olan Doğa Kolejinin mali durumu İstanbul Şehir Üniversitesinden daha vahim: İŞÜ personelinin iki aylığını ödeyememişti, Doğa Koleji öğretmenlerine maaş ödemedi. Üniversitenin 7 bin öğrencisi 420 öğretim üyesi, 200 idari personeline karşılık Doğa Kolejinin 411 okulunda 2022’de 70 bin öğrencisi, toplam 13 bin eğitim personeli vardı. MEB, mağduriyetin diz boyu olduğu Doğa Kolejine müdahale etmedi. Bakan konuyla ilgili ne zaman konuşsa, öğrenci ve öğretmenleri mağdur etmeyecek önlemlerinin hazır olduğunu, süreci dikkatle izlediklerini anlatıyor. İzleme yerine zamanında önlem alsaydı kriz bu denli büyümeyecekti. Ne var ki kendisi de özel okullar zinciri sahibi olan dönemin Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, krizin derinleşmesine bilerek göz yumdu. Aynı durumdaki içi boşaltılmış çok sayıdaki özel okulu izleyip denetlemediğini de biliyoruz. Çünkü özel okul iflasları, aynı zamanda fanatik bir şekilde savunduğu eğitimin özelleştirilmesi fikrinin iflası anlamına geliyordu. Özel okulların iflas edebileceğinin düşünülmesi başta Selçuk olmak üzere tüm özel okul sahip ve savunucularını tedirgin ediyordu. Doğa Kolejlerinin "Faaliyetini sürdüremez" noktaya gelmesi, piyasa ile eğitimin, şirket ile devletin çalışma ilkelerinin ne denli farkı olduğunu, piyasa mantığı ile hareket eden devletin kriz karşısındaki kepazeliğini bir kez daha gösterdi. Doğa Koleji özel bir şirkete ait olsa da sorunu öznel değil, kamusaldır. Kamusal sorunlar piyasa kurallarıyla halledilemez. Nitekim çözülmüş gibi gösterilse de bu okulun ortaya çıkardığı sorunlar çözülmüş değildi. En asli ve zorunlu yükümlülüğünü şirketlere devreden devlet, ebeveynleri yönlendirdiği şirket okullarına kefil oldu. Şirket öğrencilerden topladığı paraları cebe attı ve geride bir milyar 800 milyo TL. borç bırakıp gitti. Kayyum olarak atanan İTÜ ise Eylül 2025 tüm şirketlerine el konulan CAN Holdinge aitti. CAN Holding sigara kaçakçılığı, kara para aklama ve kapkaççılıkla anılan bir şirketti. Günümüzde yasaların özel öğretim kurumu olarak tanımladığı ticari okulların tarihi, modern eğitim tarihinden daha eskidir. Antik Yunan'da Sofistlerle başlayan paralı eğitim, uluslaşma süreciyle birlikte zorunlu ve parasız oldu. Eğitimin parasız olması zorunlu olmasıyla doğrudan ilgilidir. Parasız eğitimin tarihi 200 yılı geçmez. Türkiye ise ticari okulları yüzüncü yılını henüz tamamlamadan zaten geç üstlendiği bu kamusal yükümlülüğünden caymanın yolu olarak görüyor. 1856'da (Tanzimat Fermanı ile) okul açma izni verilen Ermeni, Yahudi ve Rum okulları paralıydı. 1884'te açılan ilk "Türk" okulu Şems-ül Marif, 1868'de açılan Galatasaray Sultanisi paralıydı. Selanik ve Rumeli kentlerinde açılmasına izin verilen (1903) 28 vakıf okulu da paralıydı. Tüm özel okullar Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) ile devlete bağlandı ve böylece eğitim kamusal hizmetlerin arasına alındı. Nitekim 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen ardından, 1985'te eğitim ticari faaliyete açıldı. 2025’e geldiğimizde zorunlu eğitim okullarının ¼’ü, üniversitelerin 1/3’ü şirketlere aittir. Bu durum yeni bir Tevhid-i Tedrisat Kanununa ihtiyaç duyar hale gelindiğini göstermektedir. Eğitimini özel girişimcilere bırakan iki grup ülke var: Birinci grupta eğitimi ihraç metasına dönüştürmüş ABD, Avustralya, Japonya, İngiltere; ikinci grupta ithalatçı Şili, Kolombiya, G. Kore ve Türkiye gibi ülkeler. Özel sektörün üniversiteler, eğitim materyali pazarı, hizmetler dahil eğitimde en çok söz sahibi olduğu ülke yüzde 35 ile eğitim ihracatçısı ABD. Ardından Avustralya, Japonya, İngiltere ve eğitim ithalatçısı Şili, Kolombiya, Kore ve Türkiye gelir. Finlandiya, Lüksemburg, Norveç, İsviçre ve İsveç'te özel okul oran yüzde 2 civarında. Bu ülkelerde özel sektör sadece zorunlu olmayan (Meslek eğitimi, yüksekokul ve üniversite) eğitim kademelerinde görülür. Kilise destekli, azınlık ve diğer ülke okullarıyla yüzde 10'u bulan Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerde ise özel okullar sıkı bir denetime tabidir. Eğitimin kamusal hizmet olarak devlet eliyle yürütüldüğü ülkelerin, sosyal gelişmişlik düzeyi yüksek istikrarlı toplum yapısına, siyasete ve ekonomiye sahip olduklarını söylemek için herhangi bir veriye bakmak gerekmiyor. İnsani Gelişmişlik Endeksindeki sıralamasını ekonomisiyle koruyan ABD, İngiltere, Avustralya, Japonya hariç tutulursa piyasanın eğitimde önemli aktör olduğu diğerleri için aynı şeyi söylemek olanaksız. Devletin yurttaşlık değerlerini metalaştırması, insanları kamusal haklarını satın almaya zorlanması devletle ve toplumla olan bağını koparır. Bu nedenle ısrarla devletin piyasa gibi düşünemeyeceğini, düşünmemesi gerektiğinin altını çiziyoruz. Bu yazının konusu olmamakla birlikte dinselleşmenin de piyasadan ayrı düşünülmemesi gerektiğini belirtmeliyiz. Eğitimin ticarileşmesini savunanlar sizi özel sektörün yüksek kalite ve verimliliğe tekabül ettiğine, devletin yükünü hafifletmek istediklerine, bu ara devletin işini kötü yaptığına ikna etmeye çalışırlar. Sınırsız olanaklarıyla bu anlayışın hak etmediği ölçüde itibar görmesini sağladıklarını inkâr edemeyiz. Fakat bir de şöyle bir gerçek var:
Bunlar, eğitimin ticarileşmesinin yol açacağı makro nedenlerden birkaçı. Adaletten ve adil olmamızı sağlayan değerlerden vazgeçmemişsek tercihimizi bu sonuçlara bakarak yapmak durumundayız. Aksi halde, Doğa Koleji örneğinde gördüğümüz gibi "işini iyi yapan" tüccarlar maddi ve manevi varlığımızı sömürmeye devam eder.
|
198 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |